FELSEFE ATÖLYESİ Neden Böyle Düşünüyoruz?
FELSEFE ATÖLYESİ Neden Böyle Düşünüyoruz?
6.600₺
6.600₺
Bu atölye için satış süreci tamamlanmıştır.
Felsefenin hem klasik hem çağdaş tartışmaları ışığında, düşünmeye, sorgulamaya ve fark etmeye açık herkesi bekliyoruz.
İnsanı diğer varlıklardan farklılaştıran şey, kendi varoluşunu sorgulama yetisidir. O, ölümlü olduğunun bilincinde olan tek varlıktır. Peki, buna rağmen insan nasıl olur da yaşamı sürdürmeye değer bulur? Her şeye rağmen yaşamın ince ipliklerinden bir anlam dokusu örmeye çalışır? Ya hayatın gerçek anlamı, onunla baş edemeyeceğimiz kadar absürt, dehşetli ve trajikse, bu nedenle varlığımızı sürdürmek için avutucu yanılsamalara ihtiyaç duyuyorsak? Yine de gizemli olan, dünyanın nasıl var olduğu degil, onun var olmasıdır. Öyle ki bilim tüm soruları yanıtladığında bile hayatın anlamı sorusu sanki dokunulmamış olarak kalır.
Anlam yalnızca bizim verdigimiz bir hüküm, hayata dair bizim icat ettigimiz bir kurmaca mıdır (atfedilmiş anlam), yoksa Tanrı’nın oraya yerleştirdiği bir tohum mu (içkin anlam)? Hayatın anlamı insanların ortak “amacında” mıdır bulunur? Metafizik degil, etik bir mesele midir? Hayatın anlamı bir sorunun çözümü degil, belli bir şekilde yaşama meselesi midir?
Hayatın anlamı sorusu en çok, kanıksanmış roller, inançlar ve gelenekler krize girdiğinde ortaya çıkar. Siyasetin ortak alanı biçimlendirmekten ziyade idare ve manipülasyon meselesi hâline geldiği, aklın çıkarcı hesap mantığıyla yozlaştığı, ahlakın kişisel bir sorundan fazlası olmadığı, kültürün insanlar çalışmadıklarında kafalarının nasıl dağıtılacakları sorununa dönüştüğü bir çağda anlam krizi keskinleşmiştir. Bütün değerlerin alt üst olduğu bir nihilizm çağında haz peşinde koşmaktan başka yaşama istemini ayakta tutacak bir anlam çekirdeği var mıdır?
Bu oturumda Viktor Frankl, Terry Eagleton, Wittgenstein gibi düşünürlerin eşliğinde bu sorular hakkında yapılmış yorumlara odaklanacağız.
uhanna İncili der ki: “Başlangıçta Söz vardı” Söz ya da Kelam, yani Logos: Akıl..
Wittgenstein’ın Tractatus’unun son sözü ise sessizliğe bir çağrıdır: “Üzerine konuşulamayan konusunda susmalı”. Anlamla yüklü bir suskunluk. “Gerçekten bir dile getirilemeyen vardır, kendini gösterir; işte mistik budur.”
Bilememenin suskunluğu vardır, utancın ya da trajedinin büyüklüğü karşında suskunluk vardır, sözler kifayet etmez, verecek cevap bulunmaz; korkudan, heyecandan, şaşkınlıktan ya da öfkeden konuşamaz olmak, nutku tutulmak vardır; sessizlik yeminleri vardır; susturulmuşlar, toplumda sesi olmayanlar, madunlar vardır.
Öte yandan, Heidegger’in deyişiyle Herkes’in alanında bir gevezelik, bir lakırdı hüküm sürer.
Bugün, sözcük kusma ve itiraf zorunluluğundan mürekkep iletişim ütopyasının bildiği tek sessizlik arıza sonucu ortaya çıkan mecburi sessizliktir. Mesaj kaygısı taşımayan savurgan iletişimin amacı içselliğin ortaya çıkışını engellemektir. Çok sayıda iletişim aracının özgürleştirdiğini ileri sürdüğü söz, bu çoğulluğun içinde boğularak anlamsızlaşır.
Bir tarafta da dünyanın uğultusunu acele etmeden dinleme arzusu bulunur.
Yine de sessizlik ya da suskunluk bilgelik yaşamının ideali değildir. Saf bir söylem olarak anlaşılan bir felsefe ile suskun bir yaşam tarzı olacak bir bilgeliği karşı karşıya koymamak gerekir. Zira bilgelik felsefeye son verecek bir hal değil, sonu olmadan felsefe arayışını motive eden ulaşılamaz bir idealdir.
Bu oturumda, dilin sınırı, mistik olan, modern iletişim ütopyası, susturulmuşluk ve bilgelik gibi temalar sessizlik odağında tartışılacaktır.
Deneyim kendini dışarıda denemek, dışarıda test etmektir. Aynılığın/Kimliğin cehenneminden çıkmanın yolu, başka ve farklı olanla gerçek karşılaşma, kendini yabancının sınamasına tâbi tutmadır. Öyleyse felsefe bir yolculuktur: ”Dünyaya nasıl yerleştiğimizi, dünyada nasıl ikamet ettiğimizi öğrenmekten, yani kendi evimizi hemen bulmuş olduğumuza inanmamaktan oluşur.” “Sorgulanmayan yaşam yaşanmaya değmez’’. Sorgulamak, dışarı çıkmaktır, yola koyulmaktır, “dünyanın büyük kitabı”nı okumak için yolculuk yapmaktır.
Görme dünyayı anlamada en üstün duyum gibi görünür. Ayrıca görme sözcüklerden de önce gelir. Öte yandan düşündüklerimiz ve inandıklarımız da görmemizi etkiler. Yalnızca baktığımız şeyleri gördüğümüze göre bakma bir seçme eylemidir. Bu da şeylerle ilişkimizi belirler. Görselliğin üstünlüğünü ilan ettiği, imajların ayrı bir yaşama kavuştuğu bir dünyada görmeyle ilişkimiz nasıl değişmiştir? Unutulmamalıdır ki “gözlemci” (observer) etkin biçimde izleyenden önce “eylemini uyumlu kılan, uyan, riayet eden” anlamına gelir. Bu çerçevede, görme ve görselleştirmenin tarihsel inşası ve yeni bir gözlemci ve dikizci türünü yaratan modern koşullar bu dersin konusunu oluşturuyor.
6.600₺
6.000₺ – 28.800₺
9.600₺